18 Şubat 2013 Pazartesi

TANGO VE CASH!


topuğunu, yere her öfkeyle vurduğunda, kızıl patlamalarla kanını fışkırtıyordu sanki adamın, siyah saçlarını uzun beyaz boynunun üzerinde topuz yapan kadın… öfke ve nefretin, aşkın en şehvetli katmanları olduğunu kollarının en küçük kasında hissediyordu kadını kavrayan adam… sıkıca kendisine çektiği kadının bedeninin teslimiyetinin aslında delice bir başkaldırış olduğunu her çarpışmalarında ayağı kalkıp alkışlıyordu dolunay…

önce adımlarının birbirini öldürmek yada sevişmek için yakalamaya çalışmasıyla yankılandı notaların arasında müebbet çilesini dolduran ağlak keman… yırtınarak “roxanne” söylüyordu çingene tırnaklarının arasındaki yaşam pisliklerini temizleyen adam…

adamın dişleri yeni bilenmiş sedef saplı keskin birer bıçak… kadının ensesinden akan bir damla ter, asi ve isyankar  bir ceylan… sokaktaki su birikintilerinde birlikte boğuyorlar tutkunun nefesini… adımlarının kavuşması an meselesiyken, kavgaları aşk destanlarından dökülen lavlarda yanan sahipsiz gölgeler…

guatemala’da çıplak ayakları çocukların parmak aralarında ölüm, çarpıştıklarında bedenlerinden savrulan ateş topu bir ışık… annemin nergis kokusu, eski bir sandığı açtığımda yüzüme ilk vuran… kadın bir bulut şimdi, dolgun ve kabız memelerinde bir dünya dolusu yağmur…

kadın bir bulut, bir türlü kana kana yağamayan… adam, celladı bütün beyaz düşlerin adeta… sert ve kavgacı adımlarla, evrendeki bütün sol anahtarlarını beline pençelerini geçirdiği güzel kadın için gözünü kırpmadan yağmalayan… sarhoşluğun kollarında ıslak bedenleri, duvarda yekpare bir yaratık şeklinde gölgeleriyle yalpalayan…

hiroşima’nın nesi meşhur derdinde değil bizim buralardaki şekersiz kız çocukları… onlar daha on beşine girmeden yürüyüp bitirmişler, cehenneme yapılan bütün kanlı ve acı yolculukları… kadının ayak bileğinde uçamayan renksiz bir kelebek…

gözyaşlarına aldırılmadan bir yoksulluk kızının, körpecik rahmine düşürülmüş babası belli olmayan zavallı bir bebek… ah, aklımda delicesine şehvetle bitmeyen ateşli bir tango; zehirli bir engerek… neruda kısalığında bir kılıç olsun isterdim oysa dilimde… damağım kurusun… bitmesin, adamın aklının duvarlarına çarpan, kadındaki baş döndürücü bu benzersiz koku…


incitilmiş duygularını ipe asıp kurutma derdinde, gecekondudaki kanatsız melekler… geçim derdi,şiddetli geçimsizlik nedeniyle ortasından ayrılamıyor bir türlü adli takvimde… ve papatya gibisin… ve beyaz … ve ince… bir duman tütüyor şimdi adamın sigarasında, kadının bacakları arasındaki bilmecenin son harfini de bitirdiğinde…

geriye devirdiği başının vakur duruşuna yenik adam, kadının… kadın bu zaferin mağlubu olmak derdinde, gözlerinin çizgileri arasında dolaşan hüzün yağmurunu gizleyemiyor… siyah beyaz bir film düşüyor fona… kohen, aşkın sonuna kadar dans et benimle diyor aklımı parçalayan acılı sesiyle… sonsuza dek dans eden iki gölge sarılıp gökyüzü oluyorlar kara bir bulut şeklinde… sonra yağmur… kızıl kırmızı bir yağmur… sokağın delik deşik yaşanmışlıklarına dolan bir dolu göz ağrısı…

papatya gibisin beyaz ve ince… uzun olmayacak ömrün kanaatimce… yaralı bir aşık, sevdiğinin kendisini sevip sevmediğini son yaprağınla öğrenince… ve yeniden şaklatınca kamçısını indiana jones, yeniden başlayacak peron peron insan dolusu bir koşuşturmaca… ve kadının topuzu açılıp rüyalarıma savrulacak… adam dizlerinin üzerinde başı öne düşmüş, ölüp kalacak…

eab.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder