18 Şubat 2013 Pazartesi

...AŞK?!


“görmediğin bir şeye sıkma; kendini vurabilirsin!” dediğin anda, yüreğinden sızan kandır aşk… yüreğinden sızan kanın; ince nakışıdır ömrüne ölümü teyelleyen… ılıklığıdır o kanın aşk; sıcak ile soğuk arasında hangi tarafta olduğunu bilmediğin sıratlardan korkuyla geçerken… özlediğin, diline damağına, canına yanağına, ellerine ayaklarına sinen kokusudur aslında yârin… yarınsızlığının asıl sebebi, bugününde ve dününde hep onun saçlarının karanlığına asılmış olmandır, nafile…

çaresizce çırpınışların kan sıçratır gövdesine ağacın, dalındaki ökseye yakalandığında… koşmaktan takadin kalmadığında düştüğün dizinde hissettiğin keskin acıdır aslında aşk… başka dillerde ağlayan gökyüzünün bulutu aynı rahimden düşürür hem seveni hem de sevileni oysa… oysa yağdıkça, gözlerinin kenarından mavi gri bir ırmak… yağdıkça, yağmalanan gönlün kristal kafesindeki camdan kalpten başkası değildir… sigaran sadece sevdiğinin dudağındaki korla yanar olur… ateşin kırk derecenin kırkına da düşman bir öfkeyle, yakar onun ayakları suyu hürmetine yüz sürdüğün kaldırımları…

kaldırımlarda yaşamın yüksek apoletlerini takan fahişelerle göz göze geldiğinde içine düşen gamdır aşk… bir ağız dolusu küfür, bir küfür dolusu ağzın kan revan içinde parçalanmasıdır sessizlikten… küçücük bir tebessüm gözündeki aysberge değdiğinde, yeniden insan olduğunu hissedip içindeki ılıklıktan korktuğun andır aslında aşk… tanımadığın anaların tanımadığın kuzuları, tanımadığın hevesler yüzünden vurulup alınlarından düştüklerinde her seferinde toprağa; burnunda sızlayan allı beyazlı rüzgarlardır aşk… bir lokma bayat ekmek… yada, tam da gitmemen gereken o anda siktiri çekip gitmektir aşk…


koca bir çınarın gövdesine bir asır boyuca tırnak sürüyerek devirebilmektir aşk… yasak duvarlara, yasak renklerle, yasak imlaları fırçalayarak yazmaktır aşk… devrim uğruna, sümüğünü genzine çeken çocukların, akıllarında işkenceye devam eden kızların kokularıdır aşk… güneşin doğuşundan ayın batışına kadar, gidenin arkasından gözlerini mimlemektir ufuğa… açlıktan ölecek kadar perişan oturduğun sofrada, çoktan ölmüş gözlerinle sonsuzluğa bakarcasına kımıldamadan bakmaktır tabağa…

düşmek karanlığa… yükselmek aydınlığa… aşk… yoktur… kaçmaktır… görmediğin bir şeye sıkarak kendini vurmaktır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder