17 Şubat 2013 Pazar

SİNYAL GÜCÜ DÜŞÜK!


oysa ben, sizi tanıdığımdan o kadar emindim ki?... her sabah uyandığınızda gülümseyerek başlardınız mesela… hatta bir defasında, bunun çok ender rastlanan bir insan özelliği olduğunu ısrarla savunmuştu bir arkadaşınız?!…hatırladınız mı?...cevap bile vermiyorsunuz?... ama biliyorum, hatırlıyorum sizi ben… kadınların büyülü varlıklar olduğunu düşünürdünüz hep… her insan aşağılık olabilirdi size göre ama bir kadın asla! Bakın bunu bile biliyorum değil mi?

dik yokuşlardan nefret ederdiniz… yokuş tırmanmaktansa dayak yemeyi tercih ederim derdiniz her yokuş çıktığınızda içinizden… o yokuşlardan inmeyi de pek sevmezdiniz… sinemada büyülenircesine kendinizden geçer, bu dünyadan kopardınız… bambaşka bir alemde olurdunuz büyük ve köhne bir sinemada  film izlerken, çocukluğunuzdan beri… ballandıra ballandıra bertolucci’nin size göre şaheseri olan “1900” ünü; depardeu, de niro ve hayden’in nefes kesen oyunculuğunu anlatırdınız… Sonra da eklerdiniz böbürlenerek; filmi hiç izlemedim diye…

yakışıklı bir adam olmadınız hiç… ama hep güzel kadınları severdiniz… onlar da sizi… nedenini merak ederdim bunun… evet evet! tanıyordum ben sizi… bedeni değildir bir kadını güzel yapan derdiniz… sonra teni değildir onu beyaz, bembeyaz kılan… saçları değildir deli bir lodos gibi savruldukça aklınızda kasırgalar yaratan… kadının gözleridir, gözlerinin içinde ta derininde gizlediğidir onun dünyanın en güzel kadını yapan… Evet işte tam olarak, böyle derdiniz…

sizi tanıdığımdan öylesine şüphe duymuyordum ki… mesela ayaküstü yemekleri hiç sevmezdiniz… sizin için sevişmekle aynı anlamda bir ritüeldi kaliteli ve macera dolu bir yemek… güzel içerdiniz… içkinin libidosunu azdırıp, testosteronlarını şişirmediği ender adamlardandınız… sarhoş olduğunuzda daha çok severlerdi sizi… sarhoşluğu eza tiplerden değildiniz… hiç arkadaşınız yoktu… dostunuz yoktu…arkadaşlar ve dostlar potansiyel ihanet odaklarıydı sizin için...

hatırlıyorum; büyük bir ustanın tiyatro oyununu altı yedi kez izlemiştiniz… hem de birbirini takip eden seanslarda, günlerde… nedenini sorduğumda; doyana kadar diye bir cevap aşk etmiştiniz… aşık olmuştum cevabınıza… hayatım doymadan kalkmak zorunda kaldığım sofralarla dolu olduğundandı belki de…hatırladınız mı beni?

ham insan egolarından, pişmemiş kişiliklerden, hayatı çok mühim ve karmaşık bir mevzuuymuş gibi algılayıp, algılatanlardan, kendi kültürünü inkarı; popülist kültür tarzlarına kabul merasimi sananlardan; bunu yaptıkları halde güzel bir göğüs çatalı söz konusu olduğunda aşık veysel’in kendisinden bile daha şatıroğlu olanlardan, ionescu bilmeden sahnede draculalaşanlardan, haldun taner , aziz nesin okumadan tenesse willliams’ı william sheakspear’in torunu sananlardan pek hoşlanmazdınız…

yoksul semtlerde yokluk içinde hayatlar süren insanları varoş diye aşağılayanlardan da nefret ederdiniz… ben sizi tanıdığımdan o kadar emindim ki oysa… bağınız yaşamla güçlüyken, yani daha azalıp yok olmamışken yaşamak sinyalinizin gücü… çok güzel bir adamdınız siz… kelimeler en yakınınızdı… bir kızınız vardı sanırım… ona çok düşkündünüz… onun dünyaya gelişiyle, kadınlara daha fazla saygı duymayı öğrendim derdiniz hep… küçük masallar uydururdunuz daha o bebekken; gülümseyerek uyusun diye… o da sizin gibi uyandığında gülümsermiş hep, öyle derdiniz…

en büyük zevkiniz, onun siz bir şeyler yazarken gelip omuz ucunuzdan yazdığınızı okumaya çalışmasıymış yeni söktüğü alfabeyle… "kendi alfabemi hediye edeceğim ona, kendi alfabesini yaratsın diye" derdiniz…

ne oldu size… siz artık sanki o adam değilsiniz… oysa sizi tanıdığıma o kadar emindim ki? :)

eab.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder