17 Şubat 2013 Pazar

LEONARDON!!!


kıçı donduğundan beri, hiçbir aysbergin karşısında kollarını iki yana açıp, “vat is matrix lan?” tadında romansa kesmiyordu genç adam… donuk bir kıçın çözülmesi nasıl zorlu bir süreçtir bilemezsiniz… bu konuda donanımınıza değer katacak bir durum da olmadığından tanımlamam da yersiz olacaktır…

esasen genç adam, bir süre sonra batıp yok olacak trans atlantiğin güvertesinin burnunda bu eylemi transa bağlamış aşk ederken; sebebi tavrının tek ve en minimal tanımı aşikârdır; aşk!

bu aşk, öyle çok da abartıldığı kadar trajik, nefes darlığı ve idrar yolları enfeksiyonu muhteva eden; ne bileyim, kalp ritminde bozukluk yaratan bir illet değildir aslında… eğlencelidir… neşeli bir şeydir hatta… zira, aşk’ın fokuslanılan nokta ile temasa ettikten sonraki evreleri, evreşe yolları kadar dar ve kısa paslaşmalar şeklinde cereyan etmez… mutlaka bir yalıtkan, iletken durumuna mani olur; şen şakrak maniler aracılığıyla…

iki sevgiliyi izlemek; şahane bir karikatürün boş balonlarına dilediğini yazmak kadar muhteşem bir eğlence sağlayabilir; sevgili’siz bi’z çarelere… bir tren garında birirne uzun uzun sarılmış ayrılamayan bir çift gördüm mesela geçenlerde… ikisinin de yüzünde ayrı ifade… kadın, “Geldin mi?” diye sorarken; adamın yüzünde alçak bir munzurluk: “Böyle bir kuru sarılmayla mı?”

boğaza ve gün batımına nazır şahane bir tepede, tepeden sonraki zirvenin derdindeki delikanlı; hiçbir lugata girmemiş ve hatta herhangi bir edebi külliyatın yakınından geçmemiş edepsiz imalarla dolu, romantik cümleleri peş peşe, sevgilisinin gerdanına kolye niyetine peşkeşlerken; genç kızın illaki, “beni seviyor musun” şeklindeki gereksiz merakına verecek cevabı ararken hiçbir kelimeyi manalı bir cümle kurabilecek şekilde yan yana getiremez…siktir lan, ne uzun cümle oldu…

kelimeleri yan yana dizsek; cüceliğim ortaya çıkacak boy ölçüştüğümüzde… neyse… örneğin; genç kız baygın baygın gözlerine bakarken; “Biliyor musun? Bu şehir senin güzelliğin karşısında bütün yelkenlerini suya indiriyor aşkımmmm!” diyen lafbaz delikanlı, kızın yukarıda belirttiğim soru cümlesi sonrasında “Arda da sakatlıktan sonra toparlayamadı çocuk!” şeklinde bir cevapla aşkın eğlenceli diyaloguna noktalama olabiliyor mesela…

ve evlenmeden olmaz şeklindeki envai çeşit aşk klişesi…“pizza yiyelim mi?” “evlenmeden olmaz!” şeklinde başlayan aşk kokulu fast food sevişgenleri, hayallerini “sinemaya gidelim mi” “evlenmeden olmaz!” şeklindeki zalim diyalogla sonlandırabiliyorlar… bilmedikleri, evlendiğiniz zaman zaten bunlar da dahil hiçbir bok olmuyor!

çünkü bu memlekette insanlar değil; aileler ve hısım akrabalar birbiriyle evleniyor…”Teyzemin görümcesinin kayınvalidesinin kız kardeşinin oğlu hayatım, hatırladın mı?”… Böyle bir soru dünyanın neresinde var lan…Böyle bir ilişki yumağı da yok… adamlarda bir uncle var… tüm erkek akrabalar uncle heriflerde… kadın olarak da aunt işte, oldu bitti… bir de mister ve misis Brown adında bir gramer karı koca var… hepimizin İngilizce algısında türlü fantezilerle yer etmiş… Ki bunun sebebi de Mezun adlı filmden kalma Misis Robinson’un sübyancı kevaşeliğinden başka bir şey değildir…

hadisenin en vahim yanıysa, bu tanımı hatırlayabilen erkeğin; evlenmeden önce olmasını hayal ederek diri kaldığı heyecanına veda etmesidir… aşk, eğlenceli bir şeydir yani… bir ömür aynı yastığa baş koyanların, ikinci bir yastıkla rahat rahat uyumamaları ise olacak gibi bir salaklık değildir yani… yetmiş yada seksenli yaşlardan sonra, evlenmeden olmaz aşıklarından birini diğerini hala öldürmemiş ise varlığıyla eğer, aralarında şöyle aşk kokulu lakırdılar mekik dokur:

“Seni seviyorum hanım!” “Ihlamurunu iç, geçer!”…ya da “Seni seviyorum bey!” “Sen kimsin lan!”

o nedenle, titaniğin bir aysberge çarpması hazin bir son olarak dimağımızda onmaz yaralar açmış olsa bile, aşk’ın kıç dondurucu varlığının ruhumuza işlemesi açısından da ciddi bir fayda sağlamıştır… bir de otoritelerin belirttiğine göre, bahar mevsiminde polenlerin, havaların ya da başka doğa hadiselerinin etkisiyle insanların aşka olan bağışıklık sistemleri çöker, yerine her çiçekten bal almaya meyilli bir ruh hali geçermiş… düşünsene lan, bunu belirterek ekmek yiyen insanlar var memleketimde… otorite! Kim ulan bu otoriteler… kaç kişiler… nerde yaşarlar… ne yer, ne içerler… nasıl bir cinsel durumları var… ilişki durumları karışık mıdır? değilse nedir… aynı zamanda ata sözlerini de bunlar mı yazarlar… neyse…

siz siz olun evlenmeden vermeyin… dizginlerinizi… olmaz diyin kardeşim! evlenmeden olmaz… peki, aşk var mı? vaaaaar… en iyisi ortaçgil ustanın tınıları dışında takmamak kafaya aşkı meşki… yaşasın happy hour’lar… sonrası ise ağlarsa anam ağlar, gerisinin ağlayışları imitasyondur; başka bir şey değil!

eab...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder