17 Şubat 2013 Pazar

HIIIIIII????


peki... dışına kaç metre var çemberin... kaç yunus daha atlayarak öldürecek kendini karalarıma.. peki... ne nergis koksun o zaman ne de salyangoz baharından bir tatlı huzur almaya gelsin bir takım kimseler kalamıştan... hayır gerek yok... ecnebi bir hüznün terkisinde terk ederken eski alışkanlıklarını; nafile tövebekar bir alkolik, mutsuz bir bulutun en kümülüs yerine kümelenen hazin bir sonbahardı eski sevgililerin akıldan hiç  çıkmayan kokuları...

ne zamandır kokusuz kaldığını düşündü kadın... kadının mavi eteklerinde çiçekler vardı... çiçekler polenlerini sıçamamış; kabız bir yazgının giotininine eğerken boynunu... ben; koca bir şehrin ayasına tükürüyorum; ellerimde yoksul kınalar... peki o zaman... zamanı durdursun merlin... mansiyon versinler kendisine... koysun baş köşesine gövdemin...

hem zemin hem de gök yüzü geçitler doldurdum en salak masal kahramanının çocukluğumdaki büyüsüne... büyülenmişcesine bir çift gözün ertesinde baş ağrısından başka bir şey değildi yoksunluğu hayatımın... önce bir kadeh rakı dolandı fikrime... fikrimde hezeyanları koca  biğr şehrin... oysa, yalnızlar; en fiyakalı kahramanıydı benim bütün hikayelerimin....

bilmiyorum.... kaç yokuş çıktım bu siktiğim şehirde bilmiyorum... kaç yokuştan yuvarlandım... kaç otobüs kaçırdım... kaç otobüse vaktinden çok önce yakalandım... kaç kere sevdim... darıldımkaç kere... bilmiyorum... tükenişim; gökyüzüne erdiğim anda başladı aslında... varsayalım, aklımdaki bütün düşünceleri bir ipe dizerek sayalım... Panço villasız bir don kişotluk benimki... benimki... üfelentiden yeni çıkmış bir aşkın, yorgun argın mağdurlarına ağrı kesici.... filan  işte!

sadece özlemekle olmuyor gölgeni... gölgene dair senden  de bir şeyler gerek; bir şeyler lazım yani bir yerde....yani bir yerde... yerde kalmalı artık cenazesi geride kalanların.... hani ölenle  ölünmez misali... yada, mitoz yada mayöz; istesen de ömrün bir kaç parçaya bölünmez mesela...

ya de haydi gidin ya... bukowski falan okuyor; viskiyi buz ve sek içiyor ve lakin anadolu kokuyorsunuz bre zındıklar... savrulmuş dört yanına anadolunun; aganigi naganigi fındıklar... bu mudur yani;düşerken gayri safi milli hasılamıza bu kadar sent, çarşafa gömülecek kadar yavan mı yaşayanlarıyla bunca semt....

her şey ders oluyor bana... okumamışım ben hiç müfredata göre filan... Falanlardan bileklik örüyor küçük ve yalın bir kız....peki öyleyse tanrım, bu nasıl sa.masapan bir hız...

en kraçl abisiyim ben ortamların... hayır çekip gitmesini bilmak asıl hünerim.... hayatta ben en çok tam zamanında fotoğraftan çıkmasını bildim... bildim ben çünkü fotoğrafım sephia bir sarılıkla hepatitin en ceeee sine bulanırken, kardeşimin yerine koyduğum çaresizliklerce kapılara kondum...

bir fiiil vazgeçtiğm kendimden... kendime engeller koyarken; hiç zıplayıp üstünden aşamayacağım... niye yazıyorum ki lan...aslında özlediğim kızım.... tek varlıgı yaşamama neden olan... aslında kokusu çiçeğimin.....tek dayanma nedenim bütün kasırgalarına ömrümün...

gerisi uyandığımda....

neyse amına koyiim... yorgunum lan sadece.... fena yorgunum... bitkin yani!... bitsin artık.... hikaye filan istemiyorum... çok yorgunum... bi siktirin gidin... yeter yani....

ha bir de şunu unutmayın sakın.... hepiniz bir zamanşar anlamıydınız ömrün ve fakat ömür, sakata bağladığından beri; yavaşça siliniyorsunuz çekilen  tüm sevda fotograflarımden...............

eab.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder