18 Şubat 2013 Pazartesi

GİTMEK!?


Ağırdan alırsın… Alabildiğine yavaş akar damarlarındaki kan… Hem al hem de ak yuvarlar, nazlı nazlı yuvarlanırlar yani, bir yerde… Bir yerde, başka biri de senin gittiğin yere doğru hareketlenir… Hiç baktırmadığın halde nereden estiyse baktırdığın falında çıkar adının baş harfi…
Ağır aksak kalkmalısın bıraktığın yerine; geride kalan yaşamının… Gitme… Diyen biri olsun istersin… Gitmek arifesinde, bütün eskilerin toplanıp aklının kadrajından taşar… Taşan anıların külleri, yolculuğunun rötarına neden olan gül bulutlarına dönüşür… Yavaşlarsın…
İçin ne denli hızlansa, dışın o kadar durmak ister aslında… Alnının sağ kenarı, mevsim ne olursa olsun hep buzdan bir soğuğa sahip otobüs camında sızlar… Uyuyan insanlara bakar durur, uyuyamadığın için ne kadar sıra dışı bir insan olduğunu sanırsın… Sanrıların, sarar dört bir yanını, gecenin üçünde tam olarak gitmenin kaçıncı kilometresinde olduğundan haberin bile yokken…
“Gitmemen için nedenin kalmış mıydı?” diye geçirirsin aklından… “Gerçekten gidiyor muyum şimdi?” diye varlığının anını sorgular bir lopu beyninin… Yumurtanın en sevdiğin hali neydi diye sorgular bulursun açlığının bile sıradanlığında kendini… Tam sen çekip gitmişken, belkisi ortadan kalkar, şehre kesin bir film gelir, bir güzel orman olur ve bütün kadınların arkandan gülümserler…
Çoktandır “gitme” diye bir melodinin hiç bilmediğin notaları, kalbinin sızıyan sol anahtarının sağına halaylanır… Gözünden; senden izinsiz firar eden bir damla yaş, küçük kızının mendiline düşer… “Hiç evcil hayvanım yok” diye ağlamaklı avucunda sıktığı uğur böceğini azat etmesi için nasıl dil döktüğünü hatırlarsın… O gün dilinden dökülenler, bebeğinin mendilinde gözünün yaşıyla ıslanmıştır… Romatizmaların sızlamaya başlar… Genzin sızlamaya başlar… Gitme deyişini binlerce defa geçirirsin dilinden, kocaman kara gözleriyle her bırakıp uzaklaştığında arkandan…
Gitmek, daha büyük bir sızı halinde sol anahtarının, hiçbir kilidi açmayan pasında karıncalanır… Karıncalar… Kumsaldaki yuvalarını yapmak için saatlerce sabırla uğraşan karıncaları kımıltısız izlemekten aldığın acayip keyif, aklında karıncalanır… Ağırdan, ağrıya geçer düşünceler… Yorgun kafanın içinde…
Kafatasında, dağ başındaki bir barakadaki sobanın üstünde pişen bir tas çorbanın lezzeti dans etmeye başlar; olabilecek en erotik şekilde… Şekilden şekle girdiğin ilk sevmelerin, insan şeklinden çıktığın son sevmemelerin… Ellerin… Artık titremeden cinayet işleyebiliyordur; her gece gökyüzündeki başka bir yıldızın boğazını hunharca sıkarak…
Gitmek, en anarşist eylemidir; ,insanın kendisine karşı direnişinde… Gittiğini sanırsın; aslında dönmüşsündür, hayatında hiç görmediğin o yere… Gittiğine inanırsın, rakı gelir hayli beklemiş bir dilim beyaz peynir refakatinde… Gittiğini görürsün, bir tramvayın dönüşünde dinleniyordur yorgun bedenin… Bir çift yabancı göz gelip bir anlığına çarpar gözlerinin çivit beyazına… Kırmızı nehirler akmaya başlar, uykusuzluğunu şaraba bandığın anlardan yadigâr… Tanımadığın bir ten kokar… Kutup rengi… Bilmediğin bir ten… Çarpan gözlerin denizi, ormanlar bitirir birkaç saniyede gözlerindeki kahverengi kıraçlıkta…
Ağrıların hızlandırır endişelerini… Gitmek, en büyük meydan okumasıdır insanın hayallerine… Hayallerinin ipleri karışır sonra… Sonra, bir duble daha istersin… Tek, yalnızlığına mahkûmdur çünkü… Aslında sen ondan bile daha teksin… Ama duble olmaktır bütün gücün derdin… Duble istersin… Giderken, en çok kendini bırakır geride insan… Gitmek, en büyük sevda masalıdır aslında; yalnızlık denen orospuya ölesiye sevdalıysan…

Eab.
1

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder