1 Şubat 2011 Salı

DÜŞEKONDA!

gelincik, tarlasını arıyordu; rüzgarın kollarına bırakarak kendini… rüzgar; gelinciğin bekaretini alma derdinde… ne menem bir kokusu var böyle yalnızlığın… oysa adamın kendi tercihiydi bu; omurgaları çürümüş bir dinozorun devasa kemiklerinden oyuncaklar yapmak hayali… zehirli! en az rüzgar kadar… kadavra peşinde koşturan; yersiz yurtsuz ruhlar oratoryosunda; sürekli notasını kaçıran bir ıslık artık saatler… sessizliğin gelini; rüzgarın asi ve isyankar tavrına gebe kalacak ne yazık… ne yazık; gebeliklerini düğüm düğüm boğazına dizen bir hayatın figüranı olmak… oysa; ne de hazin bir mertlikle yayıyla okşuyordu içimdeki kemanın tellerini kemancı…

empayr steyt’in yüz ikinci katında düşürdüğü onurunu düşündü kendinden utanarak matadorun en endülüs bakışlısı… mavisini aramaktan yorgun; içinde kaybolacak bir okyanus derdindeydi tam da o sırada denizlerin en nevrotik nakışlısı… uyuyan bir bebeğin varlığı büyürken alnımı parçalayan migrenin acımasız şiddetine nazire edercesine… ne kadar çok açlık… ne kadar parasızlık… ne kadar… sigarasızlık… ne kadar umutsuzluk… ne kadar kadar’sızlık sırtlanmışız daha düne kadar kardeşimle… kardeşim demek; aynı ananın rahminden beslenmiş olmak demek bir yerde… bir yerde aynı düşe yatıp, aynı gerçeğe uyanmak… aynı sızıyı; ayrı zamanlarda aynı bedenin yarasında işitmek… kardeşim demek… “bahçada yeşil çınar… boyun boyuma uyar… ben seni gizli sevdim… bilmedim alem duyar…” diye bas bas bağırmak bütün yoklukların göbeğinde; promili ziyadesiyle yüksek ölümüne gidilen arabalı yolculuklarda…

ağır yaralanmışım düşümde… kanayan yerim yok; yokluyorum! afilli bir ızdırap hâkim ama her yerimde… sanki zerk edilen bir zehir; bunca ömrüm boyunca ıssız ve usul sokulmuş tüm damarlarımdan hücrelerime alçakça… uyanamıyorum düşümden… uyanıp çıplak ayaklarımla koşturduğum köyün topraklarına gidesim var… ama ayaklarımda çoraplar… uyanamıyorum… düşümde delice bir sıcaklık önce ruhumun her gediğinde… ardında öldürücü bir sıtma; çılgıncasına titreme… zehir bu besbelli… uyanamayacağım… düşümün içinde geberip gideceğim… rüzgar gözümün içine baka baka ziyan edecek küçük gelinciği… sonra incecik yapraklarını tükürecek yağmurun sularına batırıp çıkararak… düşümde kaskatı bakacağım… açamayacağım ağzımı… dilim mosmor… en sevdiği renkti o güzel kadının ne hoş… ama tam şimdi ölümümün gerçekliği dışında her şey bom boş…
ne şekspirin aslında cinsiyetinin ne olduğuna dair eğlenceli illegal edebi lakırdıların langırtında goller atmaya çalışabilecek aklım; ne de ilk kez karşılaştığında gözlerindeki ateşle bir dilberin; içinin bütün esrarlarına kadar sokulabilecek gözlerimdeki saklım… hayır yani; sadece geberip gideceğim; düşümün içinde hemde… evet kesinlikle zehir bu; pan zehiri ne peter ne de başka bir ilaç firması tarafından henüz üretilmeyen…ama daha erken lan… çok iş var yapılacak… yeni türküler çığırılacak kafalar güzelken kardeşimle açık araba penceresinden yarı belimize kadar sarkarak… daha dokunulacak tenler var; aklımızda dali’yi kıskandıracak delilik renklerini resmetmek histerisiyle… daha yapılacak dünya kadar yanlışımız var… doğrularımızın gücünü denemek için yapmaktan pişman olmayacağımız… bir sürü yalan söyleyeceğiz kendimize daha… daha bir sürü gerçeği sırtlayıp; yalandan insanların suratlarına tüküreceğiz… erken ulan daha… daha çocuklarımız olacak… büyüyecek onlar… onlar bizim gibi olmadı diye gururlanacağız çocuklarımızla çocukça…

şimdi… sessizlik sadece… düşümde düşünüyorum… üşüyorum… terliyorum sonra… pis bir hastalığın pençesindeyim… ne kadar da zavallılaşıp; küçülebiliyormuşum oysa… kendimi; kaf dağının ardındaki sarayında yalnız başına yaşayan koca dev tepegöz sanarken… gözlerimi bile açamıyorum ateşten… sonra titremekten… sonra yalnızlıktan… kendi kendime konuşuyor buluyorum düşümde kendimi… düş mü kendim mi bilemiyorum aslında… asılsız ithamlarla suçluyorum; geçmişimdeki bütün yanlış yazdığım karakter analizlerindeki karakterleri… fikrim uyuşuyor… öksürüyorum… her öksürdüğümde sanki; içimdeki başka bir pişmanlığı odadaki kasvetli eşyaların üzerine kusuyorum… tıksırıyorum… tıksınç bir haldeyim anlıyorum… düşümde… soktu kalbimden beni kocaman; devasa bir anakonda… anlıyorum.. ve sanırım; gerçeğe uyanamadan çaresizce… nanayyyy… esmer yarim… nanay… top kakülüm… 

eab.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder