29 Aralık 2010 Çarşamba

La Bohéme!

Son ayakta altılıyı kaçırdık...Sonra beşliyi...Sonra dörtlü...Üçlü...İkili ve bir de baktık kaçırdığımız ne kadar çok birli varmış, farkında olmadan....Yani hiç chanson’umuz yokmuş talih oyunlarında....Talihsiz bir seyirtkenlikle ayak sürüyerek seyirtirken yoksul kaldırımlarını memleketin, beti benzi çoktan atıp silinmiş üzerimizdeki ceketin etiketinin... 

Bütün değerlerinden sıyırıp iyice yaşamı, ladese tutuşması gibi bir şey kendi gölgesiyle insanın...Acelesiz bir hayat...Yani bitmiş...Yani şimdiden tükenmiş...Eriyip gitmiş....taşların arasındaki tozların seslerini duymamak artık.Artık deliliğin sınırlarını maniple etmekten sıkılmak durumu...Fransızca kelimelerin, kelin merhemi olmaması sürekli başına sürmek istediği halde...Kellik...İlkellik...ne kadar da çelişen kavramlar oysa birbirlerine bu kadar benzerken kelime bazında...Kıl bir durum yani...Kıldan bir durum yani...”Artık bahar gelsin” diye çığlıklar atan bir dilberin, her şeyin uçuşan polenlerle birlikte değişeceğinden duyduğu büyük ve esrarengiz umar...Ve hayat, blöfün görüldüğünde öldüren b.ktan bir kumar... 

Böyle parmakları değiyor önce kazara sanki kuyruklunun penguenlerine... Çok içmiş ve otokontrolünü yitirmiş bir kompozitörün yarım kalmış kompozisyonuymuş gibi rastgele piyanonun tuşlarında kıvranan çarpmalar minik minik. Aznavur Paşa diye bildik biz hep oysa tarih kitaplarımızın birinci saman kâğıda baskılarında... Charles’mış aslında adı bunun, ince ince yağarken Adam o’nun karları bizim topraklara; La Boheme diye içteki gittikçe uzayan, uzadıkça da gidilen karanlığın derin endişesini yaşamlarımıza teyelleyen hallerini fısıldıyor bazen si bemol bazen fa minör bazen minör bazen Köroğlu kör.... 

Cemal’le konuştuk bugün... Tanımazsınız siz Cemal’i... Birçok kimse tanımaz... Benim için en komik adamıdır bu memleketin. Adi herifin tekidir çoğunuza... Ama bir tek bana yanlış yapmaz Cemal mesela... Adi herifin diğer tekiyimdir bende... Ama bende ona yapmam bana yapmadığını... Kardeşim Cemal... Koca bir tiyatro emekçisidir...”Bir gün seni bu kadar özleyeceğimi söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi lan” dedim... “Ne yalan söyleyeyim abi,, bende” dedi!...Gülüştük...Ana fikri yok...Gülüştük, o kadar! 

Bir şarkı var dilimde, gebe dünyaya gelmeye az kaldı! Böyle hüzünlü, genzimi tırmalayarak mırıldandığım arada...”Ellerinin kokusu kalsın tenimde” diyor kadın...”Bütün cinayetlerini yıka elinden; sevgi sözcüklerini tükür dilinden, her şey uçuşsun gökyüzüne ihanetin küllerinden... Ellerinin kokusu kalsın tenimde”...kadın söyleyecek madem... Neden benim dilimde, genzimde... 

Hiçbir kadın bu koşulsuzlukta kabullendi mi birimizi? Ya da biz herhangi birimiz, hiçbir kadını bu kadar olanca kiriyle, pasıyla basıp yüreğimize uyuttuk mu hayvanca sevişmeler sonrasında ılık bir yağmur birikintisine yatırırcasına? I Ihhh... I ıhhh? Hayır demekmidir? Yoksa evet demenin başka ve erotik bir şeklimidir? Önemsizdir... Önemli olan, Muzo Abi’nin gördüğü gibi güneşi görebilmektir... Ömer Hocanın hocalığının tuttuğu eğitsel seks ilginçliklerinden feyz alıp, hocanın dediğini uygulayıp yaptığından şiddetle kaçmaktır... Önemli olan, Charles Aznavur dinleyerek, bir takım derin hislere doğru akabildiğini sanmaktır. 

Günlerdir... Pek de akıllı işi olmayan bir şey yapıyorum... Seçimlere giren partilerin rengârenk bayraklarını sayıyorum gördüğüm her yerde... Rakam vermeyeceğim, korkmayın! Obsesifliğimin ispatına ihtiyaç duymuyorum... Ama aslen derdim, kaç kilometrelik kumaş ve boya tüketildiği ve bu boyalarla kiremit desenli kaç köy okulunun boyanıp, o okullarda okumaya çalışan kaç küçük baldırı çıplak çocuğumuzun giydirilip soğuktan korunabileceği... Bunun Aznavur’la alakası yok!... Hendrix’le ilintili dahi değil... Ama konuyla bağlantılı... Hangi konuyla? Bohem’in tanımını değiştiren vurdumduymaz lüksapel(ben buldum) devinimlerimizle siyasetçek... 


Kimse farkında mıdır? Bu kadar çok kumaşla kaç çocuk giydirileceğinin hesabının?I ıhhh...Hayır mı demektir?Yoksa ...La Bohemme... La Bohemme... Ne kadar da çok nefret ediyoruz birbirimizden... Sakal şeklimizden... Giydiğimiz pantolonun kesiminden... Saçımızın uzunluğu ya da kısalığından... Ne kadar çok tiksiniyoruz lan birbirimizden... Renklerimizden, tuttuğumuz takımlarımızdan, dinlediğimiz müziklerden, dinlemediğimiz müziklerden... Ne b.k sanıyoruz lan biz kendimizi... Dediği gibi Ömer Hoca’nın fareler ve orangutanlarla aynı şekilde misyoneriz biz, o kadar! Yani pozisyon olarak... La Bohemme, la Bohemme... 

O kadar çok aralıksız yağmur yağdı ki; toprak kokusunu algılamakta sorun yaşadı geniz...Peki!Aha buda işte aynı..Anafikirsiz!:) 


Eab.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder