28 Aralık 2010 Salı

BİZ,SOKAK,KANYAK,MANYAK

Ne zaman geldiğinden haberim yok? Nasıl ya da hangi ihtiyacın gergefi böylesine bir prematüre doğum bıraktı kucağıma anlayamadım? O kadar çok anlam yamadım ki beynimin duvarlarına afacan bir tilt topu gibi çarpıp duran... Hiç halim yok oysa? Ne yalın; ne den, ne de “den” den bile edilgen... 

Ayaklarım üşüyor çok uzun bir zamandır sadece... Çıplak filan değil, havada herkesin ayağını üşütecek donduruculukta frozen bir karakter koymuyor orta yere... Ama üşüyor işte, sanırım beni bu denli taşıyor olmaktan usangaç bir durum bu... Ayaklarımın ki yani? Çiçekli bir yazı yazmak için aceleci bir telaş var içimde; içim neden bu kadar karışık? Nedir bu medler cezirler? 

Cezayir’in bile menekşesi güzelliğiyle destansılaşırken şarkılarda; boktan bir sömürge olmasına rağmen, benim pervazsızlığımdan mıdır; kıyımdaki menekşelerin men ekleri hep solgun?... Olgun sekanslarını çekiyorum artık ömrün... Ömrüm, küçük kedilerin patiledikleri orlon bir yumak şimdi... Orlon kazakları yasak tellerin dikeninde takılı kalıp çoktan sökülmüş çocukluğumun...

Akşam eve geldik... Ev, sana ait olmayan ve seni kendinin kabul etmeyen yere denebilir mi? Sadece adına ev diyebileceğin başka bir açılan kapısı yoksa ömrünün... Zorunluluktan değimlidir? Ev’in senin cümlendeki ev’liği... Ev... Liya... Evliya olmak en iyisi? Yani bir yere değil her yere bile ait olmamak. Olamamak... Bütün köşelerine saatlerce bakıp nano bir devinim arama çabası ne kadar hasatlıklı bir duruşsa, kendi içini başka bir içe doğru savurmaya çalışmak ta öylesine rahatsızlık verici bir duramayış.

Tanrım... Nasıl delirtici bir şey bu: “O olabilir” paranoyası... Diğerlerimin hepsi çoktan uyudu.. Yada uyuyormuş taklidi yapıp mastürbasyon yapıyorlar tepelerine kadar çektikleri yün yorganın altında... Koskoca bir geride bırakılmış yazı oysa, yorganın içsel lekelerindeki iğrençlik....Diğerlerim inde benden farkı yok aslında...Ben nasıl diğerlerim diyorsam onların diğerlerinden biri de benim korkarım..Hayır korkmam..Neden korkayım ki? Korkulacak ne yaptım ben... Kimsenin düşünün remiyle oynamadım ki... Tanrım! Bu o mu yoksa? Olabilir mi? Denemelerinden ve yanılmalarından sonra acıyan yerlerini hangi dikiş tutturabilir ki yeniden... Hadi bir daha! Yeniden...

Peki, ne mi yaptık biz koca bir yıl boyunca? Hayır, hayır... Koca bir yıl değil, koca bir ömür boyunca... Bir sürü film aldık izledik. Bir sürü filmin bir sürüsü bozuk çıktı izleyemedik... Bir sürü filmin bir sürüsü bozuk değildi ama div x olmadığı için bizim DVD de açıp içemedik... Bir sürü yeni kısaltma kattık kelime hazinemize... Hazinemizin günden güne değer kaybetmesine aldırmadan eski kelimelerden cümleler kurduk mesela... Birkaçım, bir köpek aldı kendine... 

Bir kaçım ne zamandır yavru bir kedi derdinde... Bir ikim, başka şehirlere gitti. Otogarları ve tren istasyonlarını dikizledi, yalnızlığın en seri cinayetler işlediği saatlerde... Bazılarım sigarayı bıraktı ani bir kararla... Diğerlerim onların bıraktığı yerden paketi alıp hemen sigaraya başladı... Annemin yemeklerine yine bayıldık, diğer tüm yemeklerde tabldota sokulmuş sisteme ana avrat söverek; anne elinin tadını aradık... Yolumuz yabancı memleketlere düştü... Kar halinde yağdık...

Sonra bir baktık; sağanaktık. Sağamadık bulutların sancıyan memelerinden kendimizi... Yeni bir kitap okudu, en entelektüelimiz… En entelektüel olmanın kibirli burnu aktı sonra gribal bir enfeksiyonun pençesine düşüp... Sabahları uyandık... Akşamları uyuduk… Bazılarımız güzel rüyalar gördü... Bir kaçımız kâbus... Ben ve diğerlerim, genel olarak uykusuz kaldık... Okkalı bir cümle aşk eden markalı bir şairin sözlerine hayıflandık...

İş değiştirdik... Kabuk değiştirdik... Sevgili değiştirdik... Tarz değiştirdik... Araba değiştirdik... Yolumuzu değiştirdik... Biz hep aynı kaldık... Ağzımız bozuk kaldı yine... İçip içip küfrettik sokaklarda... Bazen dozu kaçtı takının... Kaçan dozun ardından Kafdağı’nın ardına kadar yuvarlandık...

Ve daha birbirimizden gizlediğimiz onlarca şeyi, yüzlerce ve binlerce basamağına terfi ettirmek için debelenip durduk nafile bir çabayla... Elmanın yarısını aradık yine... Bazılarım öldü... Ölen bazılarım kadar bir kısmım yeniden doğdu...”O olabilir mi acaba bu defa, Tanrım?” diye bir soruyu dilek kipiyle baş göz ettik... Başımız gözümüz patladı yine...

Nerden geldi bilmiyorum? Ya da neden geldiğini? Aslında ne olduğunu da bilmiyorum. Bilmediğim bütün şıkların, şık bir şekilde hazırlandığı bir geceden başka bir şey değil bu gece... Ama ben ve diğerlerim... Yani biz, yani hepimiz... Sokak... Kanyak... Manyak... Bir başyapıtın üçlemesine soyunacağız kesinlikle... Ve son olarak karlar düşer. Düşer düşer ağlarım... Hep isminiiii... 


Eab.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder