28 Aralık 2010 Salı

CYRANO

Nasıl bir renktir eflatun; en bilge beyin kıvrımlarına vermiştir adını, boyundan ve posundan utanmadan… Boyundan ve posundan utanmadan köpekler gibi aşklara savurduğumuz kendimize ne güzel de fon olur oysa? Oysa ne kadar çok oymasa nın pişmanlığını taşır sırtında haberi bile olmadan… 

Denize gittim eflatundan. Mavide yürüdüm bir süre. Bir süre maviden başkasına meyletmedi gözlerimde gerinen ıssızlık duygusu… Döndüm… Döndüğümde değişecek her şey korkusunun değişmediğini görmek ne kadar da çocukça bir zaferle sızlattı burnumun direğini… Burnumun direğindeki tellere takılı bir sürü harap olmuş çocukluk günleri uçurtamaması durup dururken… 

Yazmayalı kocaman bir ömrü oldu. Ömrüm ben yokken iyiden iyiye soldu… Bütün heyecanlarım paketlenip kolilenmişler bilinmeyen bir deponun karanlığında… Yoktum ben. Yokluğum en çok bende alışkanlık yapmış hiç bilemeden… Hiç bilmeden yağmurlar çekilmiş ruhlardaki kırmızı beneklerden. Kirlenmişlik kalmış bir… Bir de ağız dolusu küfür bir yerlere kusamadığım bir türlü… 

Uzun uzun yürüyüşler yaptım, ömrümün bir kaldırımda durup ölesiye beklemelerine inat. Yabancı kokular vardı, hiç koklamadığım… Tutup genzime doldurdum ne var ne yoksa içimde varlığı da yokluğu da bir tutkuların iyoda sarılmış polenlerini… Uzun uzun yürüdüm, dilimde fısıldadığım dilsiz kelimeler… Kelime kelime küçüldüm… Uzaklara baktım… Ömrüm burnumun ucunu görmeden geçip gitmişken burnumun ucundan… 

Benim şu burnum… Hep sokmamam gereken cümlelere sokup durdum yaşlanmış bedenimin yorgunluğuna bile bakmadan… Uzun gölgesinin çirkinliğine dahi aldırmadan… Burnumun dikine giriştim sevdaların en hazin ve saçma sapanına… Sapanımda bir tek saçma bile yokken, yel değirmeni aramak ta burnumun direğini sızlatan bir zavallılığı olmuştur hayatımın… 

Hayatım… Bir bağırsak tenyası şeridi gibi gözlerimin önünden gelip geçerken, gelip geçerken baktığım yakası açık güzellerin iniltileri kaldı ruhumda… Bir valiz yeter oysa… Kaçıp gitmeye. Hadi diyelim ki kaçtın; kaçtığın yerden asla geri dönmemeye… Anladım ki insan bir defa kaçınca zaten dönse de asla geri gelmiş olmuyor… O yüzden bir yerden başka bir yere dönmek, saçmalıktan başka bir şey değil. Çünkü her yer aslında aynı… Dönülmek üzere terk ediyorsan eğer… 

Burnumdan damlayan bir iki damla kanın yere düşerken çıkardıkları sesi kimse duyamadı… Yerde toprak vardı… Toprakta çatlaklar… Neden kanadı burnum. Gökyüzünün böylesine eflatuna kesmesi miydi beynindeki kılcalları burundan kırmızı kırmızı tükürten… 

İnsan ölürken bir tuhaf hissediyor. Ölüm öyle dedikleri gibi soğuk, ketum, korkutucu ve ürperten bir şey değil, anladım; kanarken hayatım burnumun kanallarından toprağın çamurlaşan kıvamına pençe gibi yerleşmiş ayak parmaklarıma… Sıcak bir kere… Bir kere ılık… Öyle çokta aklına getirmezsen ardından yüreği acıyacakların gözyaşı kayıplarını, huzurlu en çok da… 

Başını çevirip çevirip benim onunkini kemirircesine ahlaksız bir diklikte ışıldayan gözlerime kaydırıyor ve hemen çekiyordu iri güzel gözlerini… Durdu zaman… Durdu her şey… Deniz sessizleşti. Çevremizdeki kalabalık, iğrenç ve gürültülü müzik… 

Hiçbir şey umurumda değildi… Başını her çevirişinde birkaç saniyelik sevişmesiydi beni yaşıyor kılan gözlerimizin… Burnumda tütmeye başladı. Adını bile bilmeden ensesinden aşağı doğru süzülen bir ter damlasındaki galonlarca kokusunun burnumda tütmeye başlaması. 

Delilik… Ah benim bu gereksiz burnum… Doğduğum andan beri böylesine ipe sapa gelmez bir us sardı beni, bütün nedeni ne havaya ne suya, ne denize ne toprağa; bir türlü belirmeyen yörüngesizlik… 

Eab.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder