“Sustun?” dedi kadın ...“Teldeyim” dedi adam. Sessizlik oldu sonra uzunca bir zaman. Sonra döndü adam telden “teldeydim, düştüm... İndim yeryüzüne... Yerin yüzü ile yüz yüze geldim... Belki kaç yüz defa... Yüzsüzlüğüm aslında... Yerdeyim; ayaklarım üzerinde duruyorum şimdi... Yerin yüzünde; ayaktayım, geldim işte...
Kadın gitti tam o sırada. Kadın gitmeliydi kendisine adi bir sürtük gibi davranılmasının cazip ve hasatlıklı yollarına. Gülümsedi adam:”Ben geliyorum; Sen gidiyorsun...”Bir nefes aldı sigarasından ciğerlerinin direnen son sağlıklı hücrelerinin canına okuyan... Şöyle derin... Şöyle nefes... Masmavi arınışını üfledi kadının çıplak bedeninin silueti şeklinde duvarın ay ışığından muzdarip isine... Nüüü... Kemmel bir eser çıktı yazının kenarından yeryüzüne... Fısıldadı dudağında kadının mavi kokusuyla adam... ”Gelişlerin ve gidişlerin...” sustu...
“Birbiriyle çarpışamaması değil midir yaşamak?” sustu... Felsefe yapmaya başlamıştı adam... Oysa kendisi sadece şizofrenik bir yazının bir baltaya sap olamamış aciz kahramanıydı.
—Mavi gözlü bir devdi- tek aradığı oysa mini minnacık kadının... Ararken devini, masalların en çetrefillisinde aslında giderek kaybettiği bahçesi ebruli kokan küçük eviydi fark etmeden.
Mavi gözlü dev sandığının cüceliğini ve kendi mini minnacıklığının günden güne kocaman bir dev halindeki
amansız gelişimini...
Asıl mavi gözlü devin hala bir çınar ağacı gölgesini büyüten hasret dolu gözyaşlarını nerden bilecekti ki, kendi öteki hikâyesinin miniminnacikliğine soyunmuş ama çırılçıplak kadın...
“Sustun” dedi sonra adam... “Hep öyleydim” dedi kadın...”Koca bir sus’ tum. Ecnebi dillerde öğrenirken seni böylesine delice sevmeyi...”
Bitti daha sonra!
Başlamamıştı ki hiç aslında...
Hiç aynı koku dolaşmamıştı ikisinin de genizlerinde aynı anda ya da farklı farklı zamanlarda... Aynı şakaya aynı kahkahaların failleri olamamışlardı ki hiç... Hiç dokunmamışlardı ki birbirlerine, bedenlerinin üzerinde parmak izi bırakmanın derin endişesiyle... Hiç ağlamamışlardı birbirlerinin içlerine, içli bir şarkının yönlendirici hüznünde... Hiç konuşmamışlardı hatta... Hiç bir siyasi olaya karışmışlıkları yoktu mesela; ayrı ayrı ya da birlikte!
Hiç kaza jopuna denk gelmemişlerdi meydanlarda istemedikleri hengâmeler koparken ya da... Hiç düşünmemişlerdi memleket meselelerini uzun uzun; geceden sabaha ne kadar içki varsa hepsini tüketerek ve aslında”şu muhabbet bitse de sevişsek artık” içlengisini gizlemeye çalışarak.
“Şu muhabbet bitse de sevişsek!” diye mırıldandı bir anda adam..Derin bir suskunluğun ardından...İrkildi kadın!”Ne dedin?” diye biraz yüksek ve adamın o ana kadar hiç duymadığı hayvan hırıltısını andıran ürpertici bir ses tonuyla sordu kadın! Adam, önce kendi dediğine şaşırmış, utanmış, ardından kadından çıkan tanımadığı sese irkilmiş, afallamış bir halde “Bunu yüksek sesle mi söyledim?” diye mahcup bir şekilde soruya soruyla karşılık verdi...”Hı hı!”
“Ne yazarsa, onu söylüyorum, bu hasta herif... Allah kahretsin!” dedi. Kadın gülümsedi! Sonra sustular... İkisi birden sustu... Uzun uzun hiç konuşmadan birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Aynı beynin milyonlarca bölünmüşlüğünden başka bir şey göremediler.”Varlık sahasını” ihlal ettiler. Sonra bittiler. Bittik... Bitirildik... Çünkü aslında yoktuk... Ve genellikle de hiç’tik!
İlk cinayetimdi sevda oyunlarında hüküm giydiğim! Ellerim yüreğimin kanlarına bulanmıştı!Ağlayarak yıkıyordum...Yıkıyordum bütün hayallerini çocukluğumun..Tozdu, dumandı,sisti,isti...Annem açtı kapıyı bir hışımla, geceydi:
“Ne yapıyorsun sen?”
“Hiiiiiiiççççç!”
EAB.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder