ey, toprağın rahminde filizlendiğinden beri bülbüle eziyet eden güzel gül… ey bin yıldır, gülün nazlı etinde hüküm süren zalim diken… ey, nefes cana değdiğinden beri gözün bebeğinin kenarında dans eden kanlı çizgi… ey rüzgar buluta yandığı günden bu yana tütünün dudakta bıraktığı acı tad… ey can dostumu yüreğine gömdüğünden beri başı dumana müebbet dağ… ey taş… toprak… damarları ağlayan sararmış ve can kesişen yaprak…
zifir, saçlarına düşmüşse kilim nakışlı bir yosmanın… düşmüşse yiğit, ayaklarına puştun… taze bir ceylan, babasının elleriyle dişlerinin önüne atılmışsa çirkin ve yaşlı kurdun… bir damla kan düşmüşse gözünün ucuna umudun… hasat vermemişse kınalı gelinlerin elleri sonbaharda… yarinin vurulmasına ağlayıp durmuşsa bir turna havada… baldır çıplak, karın aç kalmışsa…
ne yağmur düşer nurundan ışığın ne de rakı keser iflahını yalnızlığın… sen yürüdükçe, aralarına sıkışan hüzün parçacıkları uçuşur sokak taşlarının arasından… utanır, baş çevirirsin gözlerinin köylü karasından…
ey gencecik fidanların boyunlarından bir tekmeyle bembeyaz güvercinler uçuran kara maskeli cellat… ey gün dönmeye başladığından beri, ayın yüzünü acıtarak doğan kuzguni güneş… ey, canına adını kazıyan merdi bırakıp giden zalim yosma… ey emekçinin omurgalarından lades tutuşan ensesi kalın koca bey… ey eski bir kitapta boynu bükük kalan tek kollu kahraman… ey ilk sevmelerimin balkon sefalarında ömrümü toz gibi üfüren güzel dilber… ey hazin makber… ey namus belasına mahpuslarda ciğer çürüten eşkıya ali ekber… ey dil… ey yara… ey bahta çalınan kara…
gölge bırakmışsa bedeni korkup kaçarak… deniz gezmişse bir ömür boyunca, canı burnunda memleket diye diye… gökten üç yıldız düşmüşse… üç öksüz, üç dilek için üşümüşse çıplak ayaklarıyla karda ve kışta… hesap dönememişse bağdattan yalan yanlış olsa da… zalimin zulmü sevenin allahına galip gelmişse…
ne ekmek kokar buram buram yeni çıktığında toprak tandırdan ne de tende bir zerre koku kalır, uğruna dünyalar yakılacak bir kadından… demli bir bardak çayın içinde istenmeyen bodur bir çöp parçası olursun… karıştırdıkça birileri içindeki şekerleri, dudakta illaki kekremsi ve acı durursun…
ey böğrümü delip geçen on dörtlük berdelin kınalı elleri… ey satılmış bir ruhun, boynu bükük, onursu bedeli… ey hayamın tükürüğünde can veren kırmızı şarap nağmeleri… ey nazımın dizlerine zulmeden acımasız siyatik… ey uğurlar olsun diye uğurlanan canların ardından sırıtan yavşak ve kalleş cüceler… ey kardeşi kardeşe kırdıran gözü kana doymayan zavallı şeytan… ey taş plakta canı yanan cızırtılı sevda şarkısı… ey can… ey canan… elindeki kanları zemzem sularında aklayan… ey neyine hasret düşmüş nefes… ey, aşk ateşi damladığında içte dans eden ilahi ses…
uyku düşten korkup kaçmışsa geceden… hakem taraf tutmuş, hakim kalemi kırmışsa… doğru sandığın bütün şıklar aslında yanlışsa… sen sevdaya ufalırken, ihanet günden güne sevgilinin koynunda kocamışsa… ak saçlı bir ana, nazlı kelebeğinin ak gerdanına sessizce ağlamışsa… dost, dostun hançeriyle sırtından kanamışsa… gönül erimiş, göz ferini sinsi bir hırsa kaçırmışsa…
ne fidan yüz sürer, namuslu ellerle döktüğün can suyuna ne de puslu bir sabah çiğ olup dokunur küçük bir serçenin dudağına… susup kendi dilini ararken bulursun sözlüklerin harfleri arasında kendini… sesin ecnebi bir dublajın dublörü olur, sinemaskop hayal kırıklıkların en beyaz perdesinde… biraz daha kısalıp durursun hayatın kalleşçe vurduğu her darbesinde…
ey, ben içtikçe içimi kemiren tütün… ey, aklımı sersemleten mey… ey hane… ey tane… ey içimden çıkıp gitmeyen deli divane… içli bir hüzzamla can çekişiyorsa hazin bir kemane… ne başımız kalkar utancından kaybetmenin ne de şehre bir film gelir… karnımız acıkır … balık ekmek geç gelir… ey ömrüm, sigaranın ucundaki kor düşünce senin de bütün acıların tükenir… ey…..........................
eab.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder