17 Şubat 2013 Pazar

SOK..AK!?


Işığını düşüren bir ruh önce; aceleci nefeslerle gezindi, taşların arasında…ayasına yıldız düştü kağıt mendil satan küçük kızın; parasını almak için elini açtığında…şimdi bir rüzgar var…onca pencerenin tülüne sinmiş yaşam kokularını her gece birbirine harmanlayan…duvardan yere…yerden duvara gölgeleri sonra; zamanı kaçırmış  yelkovan kuşlarının…

bir milim bile sapmadan tam olarak aynı yere kaç defa ayak bastık kim bilir seninle… kim bilir ne zaman göreceğim seni… gözlerin, ne zaman başımı şöyle bir kaldırıp içine baktığımda tutup nefesimden kaybedecek içinde beni…tam olarak aynı noktanın milimetrik merkezinde nasıl merkezkaçlar işaretleyeceği farkında olmadan düşürdüklerimizle; birbirimizden kaçmanın ikimizin da farkında olmadığı tarifsiz büyüsüyle…

topuğunu kırdı, iki ayrık Arnavut taşının inadı arasında saçlarını geceye dağıtan kadın… bir peruk kadar hüzünlü, içine hapsolmuş kadının kokusunu erkeklik organından çıkaramayan zavallı ibnelerin sıkışmışlığı… kıpkırmızı bir dudağın kenarından düşen sarı izmaritliğin fanatizmiyle geçen takımdaşların farklı isimlerine rağmen tek yürek attırdıkları senkronik naralar… uzaklardaki sevgilisine kavuşmanın imkansızlığını bir taş plak cızırtısına rakı dökerek fısıldayan, fuları sararmış haza İstanbul beyefendisi… Ararat’ın kolları arasında üşümüşlüğünü karlara gömmüş mavi bir çift gözün duvara çarpan zalim aksi…

uzun bir klakson…sonra kısa bir son…uzun bir metraj…sonra kısa bir patinaj… joplanmış hayallerin, kırılan burunlarından akan özgürlük çiçeklerinin polenleri de iz yapmış ta seksenlerden…ah şu sağ ayak bileğimin eklem yerindeki hissizlik… ah, her buz tuttuğunda başından sonuna beni karanlığına kaydıran zeminsizlik…

kasımpatları pat pat patlarken savrularak pencerelerin kenarından… ne  vita kutuları kalmış, aslında saksı olarak imal edildiklerini bilmeden içine yağ basılan, ne de çocuklar beşerli maçlara tekme sallamışlar, taş kaleler her araba geçişinde ezilirken tekerleklerinin altında… Çingene bir zamanın burnunda halka şimdi, ağrısız sızısız bütün kaçışları geçmişin… iki köprü arasında köprüsünü kurmaya çalışırken omuriliğini kırmış benim insafsız yalnızlığım…

sözsüz filmlerdeki fotoğrafların pasını siliyorum şimdi kirimle…temizlenmenin en fena yollarını buldum; işlediğim bütün günahlarımdan… nerede atıyor şimdi nabzın…kimin için yada… en acısı, o kim bir gün kimse olacak ve bunu bilmeden ölüp gideceğiz hepimiz…hepimiz; düşürdüğümüz bütün en küçük metal paraları atsaydık bir kumbaraya…kum kadar çok olurdu baramız… ama yine de aç çocuklar ölmeye devam ederdi emin ol…birilerinin açlıktan ölmesi değerli kılıyor ya hani lokmamızın tuzunu…

tuz oranı yüksek terlemeler, iki bina arasındaki otomatsız karanlıkta… bir çift var düzenli olarak her hafta aynı gün ve saatte aynı apartman boşluğunda sevişmeye geliyor… sektirmeden… düzenli olarak… bir çift var; ama biri sürekli olarak değişiyor nedense… teki öbür tekine bu sevişme sonrasında para verince; çift olmaktan sıyırıyor mu bu onları aceba? Perdeyi çekip uyumak lazım…ama önce bir perde almak tabii…

gözün perdesi var allahtan; masrafsız… düşen bir adamı kaldırıp götürdüler sedye ile…kanamıştı kalbi… vurmadan hiç kimse… aldatmış, iki çocuğunun anası… adam da ihanetin kapatamadığı hazin ve kötü huylu yarası…

hep aynı köşeye atılan hep aynı çöpleri eşeleyen hep aynı kedi yavruları… bu kadar hep rutininde nasıl olur da “hiç”  büyüyemiyorlar.şaşırıyorum buna… Puşkin okuyan biriyle sevişmem lazım acilen… sonra da intihar ederiz belki… 27 sinde öldü Amy’de… Şarap evlerinin hepsi yas ilan etmeli Londra da bence… Kırkı çıkınca, “You Know I’m No Good” tınısında bir mevlide bandırmalıyız ona dair tüm biriktirdiklerimizi… Efsane olman için itinayla adam öldürülür ofisi açıldı geçen, şu köşedeki binanın çatı katına… Çatı katına kaşı çatık bir ihtiyar istiflediler… İhtiyarlamadan gitmenin derdine düşen her uçurtma, binalar arası yaylar gibi gerilmiş elektrik tellerinin ağına takıldı ne hazin…uykum var…yalnız değilim yani… çok uykum var üstelik… bayağı kalabalık yani… şimdi bir çellist çığlığı dolmalı tam şu anda odaya… bir ressam parmağı karışmalı planladığım kusursuz cinayete…bir şair kalbi atmalı; bir damla ter yürüyen boynundan aşağı… susmalısın… konuşmamalı… dilsiz bir yakarışın dramatik yapısının altında can verip ölmeli; sosyal koşulları sağlanmadığı için yarına dair bütün güzel ümitlerim…

netice itibariyle önce büyük uzun, korkutucu bir yılan gibi kıvrıl ay ışığında değiştirip durarak derini… kıvrıl ve gelip nabzımın en erotik attığı hikayemin can alıcı yerinden sok… akıt zehirini kurduğum cümlenin içini çürütürcesine içine… sonra da kıvrıldığın yerde üzerine düşen her yağmur damlasında; azgın ve tehlikeli bir nehrin evrimine kılıf bırak attığın derini… sadece… önce sok… sonra ak…akıp git… hiç kimsenin seni bulamayacağı; şeytanın üçgen kurup iç açılarının toplamında cenabet gezdiği okyanuslar…

burda ışıklar kapanır…ya da açılır… geneldir kesinti…ama kapanmaya yada açılmaya dair olduğu… Kimbilir!!!

Eab.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder