aslında düştüğün anda en derinine balçığın, yükselişi başlıyor kibirli düşüncelerin … öylesine yükseliyorsun ki, hiçbir şekilde ölçülemiyor peşinden bıraktığın izin alacalı tortusu… sonra, ölümcül bir yükseklik korkusu… bir kadeh daha… bir dikişte, bütün dikişlerini gevşetiyor aklının… aklanacak bir kasırga hasreti en küçük hücrenin uykusuzluğunu ninniliyor… ne çok resim kalmış sol memenin altındaki cevahirin artık ağırlığından acı çektiği…
üç beş yasak elma ısırığı var, kartpostalında varoluşun… üç beş kirlenmemiş yağmur damlası… üç beş yasak yemişlerin lezzetine dair, dışlanmış kabilelerin tören dansı… hiç duyumsamadan tükettiğin kendinden başkası değil oysa… oburluğunun saçlarını okşayarak tüketiyorken çevrende üç beş enzimi hala renkli görünen ruhları…
şimdi, yüzünü yüzeysel kokulara gömüp uyuyorsun… başka mezbahalardan topladığı leşlerini ağırlığıyla arkandan abanarak içine kusmaya çalışan iblislerin, yüzeysel salyaları her değdiğinde sırtına, üç beş ipek böceğinin soluğu kül olup savruluyor, rüzgarla… uyandığında hatırlamayacaksın nasıl olsa… nasıl olsa, hesabını vermek zorunda değilsin sızlayan bacaklarının arasına… mecburiyetin yok, etine sinen yabancı kokulardan arınmaya…. bir başkası sonra… sonra, sen biri için “bir başkası” …
kurgucunun hiçbir şekilde yok şakası… en dibe değmedikçe ayaklarının tabanı… ışık giderek uzaklaşır gözlerinin ferinden… fersiz bir çift gözün baktığı sürrealist eserlerle dolu sokaklar… adımlarının aralığı bile aynı hep… herkesin… kesin, bir patlama olacak, küçücük bir balonu elinden kaçırıp arkasından ağladığında kız çocukluğun… ağustos sıcağında sancısı parmak uçlarından başlayacak ölümcül bir donukluğun…
simsiyah çikolatalara bandırıp bembeyaz düşünceleri, acı bir koku ile boyayıp duruyor çatıları; isimsiz sokak kedileri… aslında, uyuduğunu sandığın her güzel düşün sonrasında, götünde patlayan anal bir efkardır uğradığın ihanetler… öldürdükçe, yenileniyor sanrılarındasın… oysa, tükenen sadece sensin…
yani bir abaküs’ün abayı yakmış boncukları kaçtığında, aritmetiğin küskünlüğü hiçbir şekilde kalan vermiyorsa endişeli problemlerinde… korkarım ki yapacak hiçbir şey yok!... bir shut daha yapıldı hayatınla… bir saniyede içildin… bir saniyede sıçılacak ya da işeneceksin… bu kadar… çünkü, aslında derinliğe gerek yok bu kadar basitken varlığın kendi aklının koridorlarında…
daha sonra, hep birlikte kalktık ayakta duramayacak kadar güzelken kafalarımız… sallanarak, düşmemeye mi düşmeye mi çabaladığımızı belli edemeyecek kadar devinimli bir kalkıştı bu… birbirimizi hiç tanımadan, aynı şekilde kalkışlarımızın kardeşliğiydi hepimizi bir boncuk gibi boynuna dizen…
ve bıraktık avuçlarımızdaki yıldızları gökyüzünden... alevler içinde, çılgın bir histeri başladı yeryüzünde... yüzünde, senin bile bilmediğin bir utanç... rahminde büyüttüğün ihanetler parçalıyor şimdi varlığını... varlığın, çoktan yanmış çocukluğunun masumiyetine armağan olsun…
eab.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder