17 Şubat 2013 Pazar

5 HECE


aklı karışmıştı gecenin...bütün şehir yağmur için çırpınıyordu! çünkü yağmur köşebaşlarındaki hüzünleri katıp önüne, karanlıklarında sürüyecekti aslında şehrin ardına... çanlar beynimde uğuldarken, içli bir ezanın bayram sabahı özlemime attığı tekmeyle uyandım.. bir kaç orospudan feyzalacağım manidar hikayeler dizmiştm yine aklımın abaküsüne... aklım küseli o kadar uzun zaman olmuştu ki oysa yüreğime...

tüm sokakların gözeneklerini boyamalıydım sabaha kadar..gözeneksizlikten can vermeliydi İstanbul! silinip yok olmak üzere olan tüm gözlerin feri ışıldamalıydı sonra...can verdikşe şehir.. bir engereğin dudaklarından dudaklarıma dökülüyordu, bütün düşüncemi felç eden namussuz bir zehir.. açıp camlarını son gücüyle ölüme hızlanan bir arabanın...açıp camlarını, sarhoşluğunu bağırmak, tüm yorgunluklar adına..adına hiç bir şey diyemediğin bir derde düşmek sonra...

sen hiç sıçradın mı? çatlakduvarına eski bir efsanenin...hiç sıçradın mı milyonlarca-az sonra pıhtılaşacak- damla kıvamında? diye sordu martının biri; sokak lambasının altında bir ayağını kıçına çekmiş diğerini kaldırımdan caddeye uzatmış şarapçıya..duymadı bile pis ayyaş! onun derdi, neden bütün çöp konteynırları, sokak lambalarının dibinde bulunmak zorunda şeklindeydi...

şekilde şekile girip, şekilsizleşiyordu aslında inanlar..üç kuruşa beş duyu organından feragat ediyordu tin ve aslında herkesi komik bir şekilde birbirinin eş yumurtası yapıyordu aklın kilerindeki bu ölümcül rutin...kibritçi kızın çakmağa yenilişinden beri, böyle acı görmedi çocukluğum.. taşı toprağı altındı ama havasından içine çekenleri içine çekip yutuyordu bu yedi memeli zalim orospu..

bu sabah denize yürüdüm.. oturup denizin içinekoydum gözlerimi uzağından..tatsız bir çay..bir kaç sigara.. dün sabahta aynı şeyi yaptığımı düşündüm..yarın sabah ta başka bir planım yoktu...sonra aslında, var olmayışımın varlığından muzdarip bir zavallının şizofrenik bir yanılsaması olabileceği ihtimalini taktım kafama..çünkü soğuktu hava ve üşüyordu kafam..kulaklarım her zamanki gibi açıktaydı.. en çok onları cezalandırıyordum çünkü.. duymaması gerektiği halde duyduğu için sağımda solumda bağırılan sessiz mutsuzluk bestelerini...

önce gözler kararıyor..göremiyorsun yani  bütünü... aslında alabildiğine açık gözler.. ama gözün dibini vuruyor yükselişi tansiyonun..sonra baş ağrısı..uyuşuyor bir kısmı yüzün..ellerin..sıfır enerji.. sanırım gitme vakti yaklaşıyor.. kulağında çooook eskiden kaçırdığın yorgun bir vapur sesi..lodostan kaçıp imbata sığındığın hani... hani bebeğin kokan tüm kaldırımlar..aslında hiç olmayan bütün dostlar hani...hani hayallerin..umutların... hani sabaha karşı, sidik kokan bir otobüs durağında uyuyan beyaz sakallı alsancak dervişinden hadisler...hadiseler; sırf gece yalnız uyumamak için..bir türkü gülevinden; feci halde sarhoş ama.. bir ürkü, karanlık sokaktaki köpek ulumasından..

sound check yapan bebeler... çatalı gece boyunca bir sürü libidonun böğrüne batan memeler... utancını utanmaz naralarla gizleyen ibneler sonra.. gazinin köşesinde işkembe çorbası...olmadı; çıkışmadı paran; yumurta ve boyoz...

tam sen giderken gelen bir dilber uzaktan... sürüye sürüye tek topuğu kırılmış ayakkabısını...ve yağmurla gizlediği rimeli akmış gözyaşını...

eskiden bir gece.. her gece...kulağına şarkı mırıldanan bir serçe...sen çınarlığını köklerin denizde tutmadığı için çoktan yitimişken... kollarına güçlü diye sığınmak için çırpınan...

ama belliydi... aklı karışmıştı gecenin ve sonucusu da öldüğünden beri beş hececilerin; ne tadı kalmıştı ne de tuzu o malum beş hecenin...

EAB.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder