28 Aralık 2010 Salı

PİÇLİK VE HİÇLİK!

gözün ışığında akustik bir halelenme var... yine bir yelken, erkenden yol aldı denizlerine senin... onca karanlık gölge düşerken kağıdın üzerine... üzerinde durmadığın ayrıntıya gizlenip durur şeytanlar... şeytanlar bile korkuyor bakmaya sana... onlar bile senin sesinle yok oluyorlar... ve biliyorlar...

bilimsel gerçekleri yeşile boyadık dün gece... dün gece, parçaladık en uzun cümleleri sırf sen istedin diye; acımasızca... hece... hece... koyu bir orman neftisinde, turuncu kasımpatlarını patlattık acayip bir gürültüyle...binlerce renk uçuştu zerrelerimiz... renklere isim koymacaydı en güzeli oyunun... sonsuzluğa bırak düşlerini... gelir alır bir düş eskicisi... karşılığında ne isteyeceğine karar ver... düşlerin eşittirine kaç tane düşüş iliştirecek, dinlediğin şarkıdaki garip nefes alış verişler...

en güzeli sessizce... giden bir uçağın arkasından... gözdeki yaşlardan, eriyik heykeller inşa etmek; sessizce... ama gizlice... ama delice... ama ölünce; uçuşan küllerin hangi himalayanın himayesine geçer bilinmez işte... o halde acele edip, ayağa kaldır tembel fikirlerini; aşk ateşinde kavrulmaya dair...

hükümsüz bir yüzü, gerçek kılmak için deliriş sadece... ne anlamı var düşüyor yaprak... ne anlamı var bitiyor ömür... aşk bitiyor... gün bitiyor... nefes sadece camın buğusunda kaybolup, bir uğur böceğinin izine yataklık ediyor... kalan ıslak bir iz, kuru çorak gönlün köşesinde...

violonselini bacaklarının ateşiyle ısıtan alev saçlı bir kadın... çıplak ayaklarına takılı sadece gözlerim... benim gözlerimde, küflü bodrum kokuları çocukluğumun... ah, nasıl bitecek, ensemde zonklayan bu deli piçlik... sadece kokun sinmiş ete... gerisi anlamsız ve saçma sapan bir hiçlik...

eab.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder