hiç tanımadığın bir kadın, hiç bilmediğin bir yerde; bir damla göz yaşını düşürdü dün gece…hiç bilmedin ama; içtiğin rakının böyle bulanması ondan diye düşündün sanki bir an… aklında iflah olmaz bir yosma gibi dolanan fikrin özü bu aslında… ama işin boktan tarafı, senin o yosma kadar bile bu fikirden zerre habersiz oluşun aslında…
uyandığında üzerinde uyuduğun o kocaman yatağın yalnızlığını bulamadın sırtının altında…yerdesin şimdi..yedi kat dibinde hatta, sağ kürek kemiğinin solcu benleri… başkalaştırmış seni akşamki sarhoşluğun… başın ve omuz başların kocaman olmuş; tavana sürtüp canını acıtırken…tavanın sürtüklerinden acıyan canına eşlik eder döktüğü sıvalar…göz yaşı gibi tıpkı…tıpkı sözsüz bir film gibi…yada sessiz bir konser…
en uzak İstanbul’a bakabilir mi gözlerin, yedi tepesinin her hangi birinde; şehre yabancılığın seni ne kadar da ecnebi bir kedere kurban ettiğini genzinden tükürmeye çalışarak… geniz geniz olalı hiç görmedi bu kadar hayal kırıklığı enkazıyla dolu mavi bir deniz… dediğin anda artık söyleyecek hiçbir şeyi kalmaz anlatıcının…çünkü iş masal olmaktan çıkmış, masada kalmış bir hiçliktir bundan böyle…
rahmini acıtıyordu; varlığının zehirli kütlesi çünkü… gözü dönmüş bir kötülüğün, gözü dönecek başka bir kötülüğü içine zorla zerk edişinden başka bir şey bırakmamıştı sende zaman… zamansız bir ölümün pıhtılaşmaya meyilli dölleri, sana sormadan mayalamıştı; içindeki dingin gölleri… bacaklarının arasında unutmak istediğin bir kahır…ama her düşüşünde düşünde; rahmini kanatıyordu kalbinin ölümcül işkencesi….
Uyumalı artık! Bu bin yıllık uykusuzluğa sarılarak; huzur içinde yummalı gözlerini… gözsüz kalmalı uzunca bir süre… gözlerine çektiğin bütün sürmeler, sırf sen gözlerini kapadın diye, matem tutmalı kırk gün kırk gece… uyandığımda öldürüyorum seni… sırf gölgen ruhuma yeniden doğsun diye!
eab
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder