28 Aralık 2010 Salı

BAĞLAYAMAMAÇLAR!

ruhu acıyor küçük kadının... gözünün elifinde oryantalist eziyetler; çığlığındaki akordsuz melodilerin sol anahtarına fena halde askıntı olurken...siyahın, sadece gece rengi olduğundan çoktan sıyırmış, yırtık pırtık entarilerinden hem zikrini hem fikrini... bacaklarının arasına doğru inen kızgın ve lavlarından yeni ülkeler kurduğu düşsel aritmatiklerin derdinde; mora çalmış dudaklarının üşümüş çizgileri... ben sabahın beşinde arıyorum Cemal'i, gözümün ucunda çoğu içime damlayan kabız iki damla gözyaşı...Açıor Cemal telefonu " abim!" nidasıyla; günün en normal saatnde özlenen bir dostun telefonuna sevinir gibi... oysa ne dost öyle özlenen, normal ne de günün o saati herhangi bir mazerete sığar... çünkü, dediği gibi dili kekeleyen ama yüreği mitralöz bir şairin; "geceydi... sevişme zamanıydı insanların...bir kurt, bir geyiği kovalıyordu yüreğimde.." Oysa, benim yüreğimdeki ceylanlar, illegal kurtlar tarafından nicedir kemirilmiş,üçüncü sınıf bir morgta çürümeye terkedilmişlerdi... 

ağır ağır uyanırken sokak, duvarı delen matkabın devinimi; aklımı delen sızıların eylemine ne kadar da benziyordu tanrım... birinde mekanik bir çığlık, bendekinde ölümcül suskunluk!... üç beş kişi önce, allı güllü entarileriyle oturdular karşıya... üç beş kişi alsız gülsüz erkeklikleri ile tam karşılarına... benim karşımdakilerin karşısında başkaları... herkes aslında karşı karşıya... acırken, ruhunun sıkıntısından küçük kadın; iyice çekerek bacaklarını karnına... karnımda, ağrılarımı kesemeyen ağrı kesici ve metabolizmamı zedeleyen biyotiğin en antisinin ağrıları... Ağrı'dan gelmeyişinin çokuncu yılı Sertaç'ın... Sertaç'ın gözlerinde Ege'nin mavisi...Mavinin üzerinde, Silvan kıracının onurlu toprak çatlakları... etim çatlıyor; dinledikçe bilmeden hikayelerimin içinden geçen küçük kadının mırıldanarak bağırdığı haykırışlarını...evrimin gözlerinde, evrimleşmemiş ortak tebessüm...kimse devirip dökmüyor içkisini; kutsal bir özen var içilen şeye... içinden geçilen şeylerden nefes aldıkça esirgenen... oysa ne kadar yabancıyken bir o kadar da tanıdık kederlerimiz, bir bilsek... bir bilsek, yanlışların doğrular karşısındaki sanço pançoluğunu... hissedebilsek, dişteki çürüğün, aklın hezeyanları yanında küçücük bir lekeden başka bir dert olamayacağını...o halde, peki...

Vakit tamam; beni terkediyorum...tüm yavşaklıklarından aşkların ve yazılmış kitabelerinden dünde kalan yazıtların...gidiyorum...ne gözü yaşlı bir kalbi güneşte kurumaya terketmek benim hakkım; ne de yorumsuz bir hayatı seçmeye komik özentim...vakit tamam... ağrılı bütün kahırlarından etimin, yanıyormuşçasına panikle soyunuyorum...beni... terkediyorum...beni terkedenlerin hepsini arayıp bulabileceğim bir cehenneme doğru koşuyorum... Sonra ...

Biinmiyor asla nedeni Brütüs'ün ihanetinin...Açlık sınırı, aşklık sınırının üzerinde brüt bir ağırlıkla hegemonyasını sürdürürken memleketimde... Ruhunu özgür kılacak bir dala konma derdinde küçük kadın... Kökleri böcekler tarafından kemirilmiş ve çürümüş, koca gövdeli ağaçlar ormanında...ve de... ve da.. ve... tüm bağlaçlar...bağlayamıyorlar artık düşünceleri birbirine...boynumda geceden kalma iki damla şarap ve bedenim, özlemle sevişmekten mosmor; harap!...

Eab.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder