Bütün ışıklarını söndürdüm istanbul’un…İstanbul, sustu… sen şarkını söyledin…şehrin yedi memesinden; memleketin yedi coğrafyasının aç piçleri bizansın zehrini emerek doyurdular karınlarını…acıkmış olmalısın şimdi… biraz da susuz… cemal’in yokuştan aşağı yuvarlanıyordur, gözlerinin mor menekşesi kimbilir…kimbilir, bu gidişin dönüşünde başımıza neler gelecek, bir köşede sinsice pususunu kurup bekleyen puştluklardan… yedi dilek diledim; yedi gecesi için istanbul’un… o da ben de yedi gecenin yedisinde de geceyi gebelemek için saklambaçların edepsiz ebeleri olduk… seviştik karanlığıyla yorgun, bıkkın ve usanmış şehrin…
Bütün hikayelerine parmağımı bandım arsızca… köşebaşında çaya 2 lira alan ihtiyarın, kapattığı fotoğraf dükkanından nasıl bir çay ocağı kurduğunun eziyetini dinledim uzun uzun…anladım; hesabı ödeniyor bu şehirde her sohbetin; çay ve fotoğraf bahanesiyle… oysa gelinlik çağa yaklaşan taze bakiresini anlatırcasında inip kalkıyordu ihtiyarın beyaz kaşları… yurttaş’ın Anadolu gözlerinde lağıma karışıyordu, emekli bir ibnenin, dip boyası gelmiş uzun ve bulanık saçları…
Bütün seslerini kıstım şehrin… şehir, sustu…sen, ışıl ışıl parladın… kalabalıklara karışmanın keyfine canım ciğerim dedik olanca açlığımıza tam 40 şiş batırıp çıkararak… memetle beş kuruşluk hayallerin kapı önü bekçiliğini yaptık uzun uzun… “ben emekçinin ati, çevik ve delikanlısını severim” şeklinde bir özdeyişe meyletti delikanlı kardeşliği ati’nin…adının kısaltılması bu kadar mı büyütür bir adamı dedim içimden, dışımda gevezeliğim… ve bir türlü sıcak içemedim bizansın pahalı çaylarını…anlamsız gevezeliğimden... yorgunluğumdan utanmadan binbir çeşit renge boyadım; istiklalin nazlı tramvaylarını…
Dilek tuttuk betülle evlatlarımıza dair güzel günler için Dilek’te… Garson saat tuttu; bu kadar uzun süre dileklerimize dair işgaliyette… bir şiir yazdım yokuşa… takılıp yuvarlandı kelimeler bir taşa…ne çok insanla tanıştım… ne çok insana karıştım… ne çok insandan kaçtım…ne kadar yersem yiyeyim, doyamadım bir türlü kokuna; belli ki sana feci halde açtım…
Bütün minarelerini süsledim istanbulun…mahya ışıklarında kör oldu gözlerim… kopan fidanına ağlamamak için direnen bir babanın gözlerini sildim… koca ormanındaki evlat yoksunluğuna kahroldum…hikayeler okudum… okuduğum hikayelerindeki esrarlı dumanlara boğuldum… bütün renklerini sildim istanbulun… galatanın dibindeki blazer ceketli türkücüye klip çeken ecnebi konseptli esmalara, ayşelere baktım uzun uzun… kazıyorlardı sokak aralarını dört bir yandan kulenin… mağrurdu olanca heybetiyle galata…
Bütün sokaklarını dolaştım istanbulun… bütün yüzlerine baktım… sen, her yabancı gözle çarpıştığımda kirli bir kan nehri gibi içime aktın…Bütün ışıklarını söndürdüm şehrin… şehir, yorgunluktan sızdı… ama zaten bu saatte, denizsiz memlekette doğmuş kara yazgılı çocukların hepsi, benim gibi geberesiye yalnızdı… sen sustun!
Eab.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder